9 Ağustos 2016 Salı

TIME TRAVEL

Sa Sonsuzluk
Ta Hayat
Na Ölüm
Ma Yeniden Doğuş

Seda Bagcan mantra CD’sini dinlerken gözümün önüne gelenler,

Kocaman bir çöl, hafif rüzgar, gözlerim kapalı, altın sarısı saçlarım rüzgardan uçuşuyor, güneş ışıklarıyla daha da parlayan kumlar saçlarıma yapışıyor, dans ediyorum, etrafımda dönüyorum, ellerim ve kollarım rüzgara eşlik ediyor.. Bir anda bu görüntü geri planda flulaşıyor ve annelerinin karnında iki bebek görüyorum. Minik vücutları annelerinin karnında olmasına rağmen, vücutları sonsuzlukta birbirine sarılmış, yan yana olmanın mutluluğunu yaşıyorlar. Bir anda iki kadın görüyorum hamile, çok iyi iki arkadaş, güle oynaya muhabbet ediyorlar ve heyecanla bebeklerini bekliyorlar. Bebekler telepatik iletişim kuruyor,
-       İyi misin orada?
-       Evet çok iyiyim, sen?
-       Evet, ben de çok iyiyim. Dokuz ay senden ayrı nasıl geçecek?
-       Çok zor olacak ama sürekli telepatik konuşacağız.

Bebekler doğuyor, anneleri onları yan yana koyuyor, onların sonsuz aşklarından habersiz, tıpkı kendileri gibi çok iyi arkadaş olsunlar diye. Bebekler birbirlerine bakıp güldükleri zaman anneleri daha da mutlu oluyor. Birden bebekler dört yaşına geliyor, bahçede birlikte koşup oynuyorlar. Erkek olan yere düşen elmayı alıyor ve karnı acıktı diye kıza uzatıyor. Kız da elmayı alıyor gülümseyip onu öpüyor.

Bu görüntüler üzerine düşünüyorum, Sonsuz Aşk! Nasıl yok olabilir ki? Sonsuz aşkın önünde kim durabilir ki? Derken sahne değişiyor bir sonraki enkarnasyona geliyor. Yine o çöl, gözlerim ve ağzım bağlı. Ellerim arkada birleştirilerek bağlanmış, karnım ağrıyor, ayaklarım kanlar içinde, bebeğim karnımda öldürülmüş. O anda vazgeçiyorum ve ruhum bedenimden çıkıp kumların üstünde, az önce ölmeyi tercih etmiş vücudumun etrafında dans ediyor, huzura kavuşmanın mutluluğuyla..

Gözlerimi açıyorum ve lavanta bahçesinin içindeyim, yanımda perilerden daha güzel bir kadın var. Mavi çekik gözleri, uzun sarı dalgalı saçları, ince uzun vücudu beni büyülüyor. ‘Böyle bir güzellik olamaz’ diye düşünüyorum. Elini yanağıma koyuyor ve o anda ‘Var’ olduğumu anlıyorum. Bana sonsuz aşkımdan iki enkarnasyon uzakta olduğumu bile unutturuyor. Yine görüntü değişiyor, kocaman savaş meydanındayım, elimde keskin bir kılıç, önüme gelen herkesi öldürüyorum. İçimde inanılmaz bir öfke, nefret, hayal kırıklığı, kaybolmuşluk hissi ve bana empoze edilmiş ‘Milliyetçilik’ duygularının arkasına sığınmak…  Gözümde silinmeyen iki görüntü var, perilerden daha güzel, melek karım yatakta kanlar içinde yatıyor ve benim kucağımda nefretle baktığım kanlar içinde ağlayan bir bebek.. Daha da öfkeyle daha da öldürüyorum, öldürdükçe daha da ‘Halk Kahramanı’ oluyorum…

Sonra bir ışık var, o meşhur tünel, ve yanlarındaki minik kapılar, kapıların arkasındaki odalar, odalar, odalar.. Sonsuz tane.. Panikle 78. odaya giriyorum, kocaman bir kütüphane, rastgele bir kitap seçiyorum. Üstünde bilmediğim dilde, hislerimin Ad ve Soy Ad yazdığını söylediği bir kitap elime alıyorum. Kitabı açıyorum ‘Kim olduğunu unutma!’ yazıyor altın rengi yazılarla. Anlayamıyorum ve ip ucu bulmak için başka bir sayfa açıyorum ‘Kim olduğunu unutma!’  derken yine o çöl, yine gözlerim kapalı dans ediyorum, içimden geçiyor ‘Kim olduğunu unutma!’. Gözlerimi açmaya korkuyorum kumlar kaçacak diye. Derken kuvvetli bir rüzgar esiyor, gözlerimi açıyorum, fuşya renkli çiçekler rüzgarla birlikte saçımın üstüne düşüyor ağaçtan kopup, mum ışığı önümü aydınlatıyor, sığla ağacı tütsüsünün kokusu odayı dolduruyor ve kafamda dönen cümle ‘Kim olduğunu unutma!’ Sonra da aklıma okuduğum cümle geliyor ‘Bir kere hayatın ne olduğunu anladığın zaman onu değiştiremezsin.’

Sa – Tektir, kaç kere dünyaya gelirsen gel, tek bir sonsuz için gelirsin
Ta – Tek değildir, sapmalar olabilir ama olması gereken er ya da geç sonsuz amacına ulaşır
Na – Vücudun miladının dolmasıdır

Ma – Sonsuza er ya da geç ulaşmak için yeniden başlamaktır

 https://geo.itunes.apple.com/us/album/sunrise/id920969473?mt=1&app=music&at=1000lrM3


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder