Not: Aşağıdaki
yazılar romantik çocukluk anısı değildir. Kendini öne çıkarmak hiç değildir.
‘Haydi çok ilham alın, benim yazımla gaza gelin!’ hiç hiç hiç değildir.
Herkesin hayatında olduğu gibi yola çıkışı ve yolda olanları ve o yola emek
vermeyi, o yolda olanlara saygı duymayı ve hep o yolda olunacağını ve emek
vermeye devam edileceğini anlatmaktadır. Kendi yaşadıklarım ve yakın
arkadaşlarımın yaşadıklarını içerir.
Ben bu yazıyı
günlerdir yazıyorum ve bozuyorum ve tekrar yazıyorum, ekliyorum, çıkartıyorum.
Bu yazı benim beş yaşıma kadar gidiyor. Bir makine mühendisi ve bir ilkokul
öğretmenin kızıyım. Babam gözü kapalı teknik resim çizer, çok iyi kalıp yapar,
atölyesi vardır. Yaptığı kalıp her gün üretim yaptığı halde on senedir arıza
yapmamıştır. Annem iyi kötü demeden, akıllı geri zekalı demeden, büyük küçük
demeden herkese öğretmenlik yapar, herkese kucak açar, bizim eve insanlar kitap
okumaya gelir, takıldıkları konuları anneme sorar. Ben böyle bir ortamda büyüdüm.
Sürekli okunan ve gece gündüz çalışılan…
Ben para
kazanmaya beş yaşında başladım. ‘Haa abart abart!’ dediğinizi duyar gibiyim ama
değil, bu konuda abartmadığım için de çok mutluyum! Babam atölyesinde elektrik
parçaları da üretirdi. Büyük demirler gelir, onlar kesilir, eritilir, kalıbın
içine konur, preslenir. Preslendikten sonra etrafında ‘çapak’ kalır ve o
çapaklar temizlenir. Temizlendikten sonra da asit banyosunda demir parlatılır.
Benim görevimde bu operasyon içerisinde çapakları temizlemekti mesela, ayrıca
her sabah Tekel’e gidip babamın kahvaltı birasını almak.
İkinci işim
konusunda yedi yaşında annem devreye girdi. Sanat konusunda her zaman bana çok
destek oldu. Küçük yaşta incik, boncuk, örgü örmek, dikiş dikmek, resim
yapmak.. konularına meraklı olduğum için hep bu malzemeleri bana temin etti ve
bu konularda bana hep kitaplar aldı. Sonra ben takı ve toka tasarlamaya
başladım ve hepsini de sattım.
Üçüncü işim dokuz
on yaşlarında o zamana kadar öğrendiklerimin senteziyle başladı. Kışın resim
yapıp onları satmak yazın da mahalledeki arkadaşları organize etmek, onlarla
oyun çıkarmak, biletleri satmak, hep birlikte oyunu oynamak.
Küçüklüğümde hep
oyuncu olmak isterdim, bunun üzerine ortaokulda ablam beni tiyatro kampına
yolladı ve eğitim aldım. Deliriyorum oyuncu olacağım diye ama öte yandan da hep
düşünüyorum, ben oyuncu olayım ama enstrüman da çalayım, enstrüman da çalayım
ama oyunlar da organize edeyim, konserler de düzenleyeyim. Zamanla oyunculuk da
denedim, enstrüman da çalmaya başladım tabii ki, bırakır mıyım? Liseye
geldiğimde de hep düşünüyorum ‘Öyle bir bölüm olsun ki sanatın içinde olayım
ama bunun geri planında olayım.’ çünkü deneyip gördükten sonra sanatçı olacak
kadar yetenekli olmadığıma karar verdim (Gerçi cahil cahil konuşup oradan
buradan aldıkları cümleleri hiç sanattan anlamayan insanlara satarak,
yeteneksiz ve başarısız olup hiçbir ileri gitme çabası olmayan sanatçıların var
olduğunu akıl edebilseydim bu şekilde düşünmez üzerine giderdim sanırım ama
olsun sanatçı olmasam da sanatın içinde olmak çok güzel). Bunun üzerine
arkadaşlarımın ve araştırmalarımın sonucunda Kültür Yönetimi, Sanat Yönetimi,
Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi gibi bölümlerin olduğunu öğrendim.
Mutluluğumu anlatamam size.. Benim için icad edilmiş bölümler! Tabii ki o
sırada Adapazarı’ndayım ve ÖSS’ye hazırlanıyorum. Hocalarım sürekli ‘Sanatı
hobi olarak yap.’, ‘Sen çok zeki bir kızsın ama aklını ders çalışmaya(!)
kullanamıyorsun.’, ‘Sanat karın doyurmaz.’ Şeklinde sürekli beni işletme,
hukuk, sigorta falan okumaya yönlendirip duruyorlar ama umurumda değil. Neyse
ÖSS’ye girdim, puanlar yerlerde, herkes matematikten yüksek yapmadığım için
‘gerizekalı’ olduğumu düşünüyor. Liseden puan geldi 67, yani sondan üçüncü
mezun olmuşum. Anlayacağınız official gerizekalıyım. Neyse kalktım gittim Bilgi Üniversitesi’ne,
Sahne ve Gösteri Sanatları Yönetimi sınavlarına girdim, burs alamadım diye
gitmedim. Üstüne bir de ‘Yeteneksiz’ oldum. Neyse ses çıkartmıyorum, gerizekalı
ve yeteneksiz olarak zaten konuşmak da pek haddime değil ne de olsa İstanbul
Üniversitesi İşletme Bölümü kazanmış arkadaşlarıma bir şey demek HAŞA!!!! Ne
haddime!!!! İkinci sene planı yaptım. Dershaneye gideceğim, sınava gireceğim
ama diğer bölümleri de deneyeceğim. Üniversiteye başlayayım da bir şekilde
olmadı oyunculuk eğitimlerine özel de giderim diye düşünüyorum. Bir sene
deliler divaneler gibi ders çalıştım, artık klaustrofobi başladı o derece..
ÖSS’ye girdim, puanlar geldi, ilk seneden daha düşük! Şaka gibi.. Hemen ikinci
plan, yetenek sınavlarının zamanlarına daha var, onları beklerken vakit kaybı
olmasın gideyim dedim cast ajanslarına, yine burs alamazsam Sahne ve Gösteri
Sanatları Yönetimi’nden diye yedek planımın adımlarını atmış olayım en azından
dedim. Bir akrabam tesadüfen Cast Ajansı açtı, oyuncu olmak istediğimi bildiği
için de yardımcı oldu ve bir dizide figüranlık işi buldu bana. Elemelere
gittim, seçildim, başlayacağız çekimlere, AKM’nin önünden araç kalkacak, bir
okulda çekim yapılacak diyorlar ama hangi okul söylemiyorlar, sürpriz
olacakmış. Bindik servise gittik, ta taaaaaa YEDİTEPE ÜNİVERSİTESİ! Heyecandan
mideme yumruklar giriyor! Koşarak gittim Güzel Sanatlar Fakültesi’ne. İki gün
sonra ön kayıtlar bitecekmiş ve hemen ertesi günü sınavlar başlayacakmış. Tanrım
kafayı yiyeceğim, evim Adapazarı’nda, bütün belgelerim evimde, dizi çekimine
gelmişim, gidip belge alamam, Tanrım kaçıracağım! Bunları sesli düşünürken
bölüm asistanı da bana diyor ki ‘Diplomayı fakslasınlar, parayı yatır, gel ben
sana ÖSS sonuç belgeni çıktı alacağım, foto çektir gel.’ Son anda büyük
maceralarla bunların hepsini topladım, ön kayıtların bitimine bir saat kala
teslim ettim. Aradaki annemin tatilde oluşu, evden belgelerimi zar zor
aldırışlarım filan gibi detaylara girmiyorum. Perşembe günü oldu, çizim
sınavına gireceğim. Bir stres bir heyecan, benim çizimim iyi değildir ki! O
sırada tabi heyecandan bir oraya bir buraya yürürken benimle birlikte sınava
girecek kişilerle tanıştım. Onlarla konuşuyoruz moral veriyorlar. Bölüm
asistanımız ‘Heyecan yapma, zaten Sanat Yönetimi daha çok işletme üzerine
olduğu için çiziminin mükemmel olmasına gerek yok.’ Diye moral veriyor. Öte
yandan telefonum hiç susmuyor ve Adapazarı’ndaki sevgili arkadaşlarım da ‘Sen
yeteneksizsin vakit kaybediyorsun.’ moralleri veriyor. Dedim Bahar düşünme,
elinden gelenin en iyisini yap. Ertesi gün oldu, mülakata gireceğim. Karşımda
bütün bölüm başkanları, dekan ve hocalarım. ‘Neden Sanat Yönetimi’ diye
sordular. Ben de onlara 2. Ve 3. İş deneyimi anlattım. Hocalardan biri sordu
‘Peki bu işten para kazanacağına inanıyor musun?’ ben cevap vermeye başlamadan
önce hocalarımdan biri dedi ki ‘Ya kız daha çocukken bu işlerden para kazanmış,
şans verip eğitirsek kim bilir neler yapacak! İzleyelim ve görelim.’ Dedi.
Ertesi gün oldu, üçüncü sınava girdim. ‘Kültür ve Proje Yöneticisi olsan bu işi
geliştirmek için neler yapardın? Sence ülkemizdeki bu alanda eksikler
nelerdir?’ sayfalarca planlarımı yazdım. Ertesi gün sonuçlar açıklanacak,
yerimde duramıyorum. Üç gündür uykusuzum, kafamda sürekli yankılanıyor ‘Sen
zekisin ama bunu kullanamadın.’, ‘Sen yeteneksizsin vakit kaybediyorsun.’,
‘Sanat hiçbir şey olamayanların mesleğidir.’ O kadar baskılanmışım ki, o kadar
ezilmişim ki, burs alabileceğimi düşünemiyorum bile. Sonuçlar asıldı, koşarak
gittim, listenin sonuna bakıyorum ‘Tanrım yokum listede! Yine başaramadım!’ Bir
yandan sesler geliyor’ Birinci kim, birinci kim?’ ‘Bahar Çolak!’ duyuyorum ama
o ben değilim o anda. Sınav zamanı tanıştığım arkadaşlarım geldi sarıldı tebrik
etti. Ben diyorum ki ‘Ben kazanamadım, alamadım bursu!’ Dediler ki ‘Bahar
birinci oldun sen!’ Ailem aradı onlar da on dakikada bir arıyorlar, ben bir
şeyler söyledim ama anlamadılar tabii ki. Assos’ta tatil yaptıkları yerde
herkes telefonun başında bekliyor benim sonucumu. Ablam dedi ki ‘Bahar hiçbir
şey anlamıyorum dediğinden sadece aldın mı almadın mı bursu onu söyle.’
‘Birinci olmuşum.’ Dedim arkadan çığlıklar koptu. Diziyi de bıraktım, iyi olmadığım bir işi
yapıp, bunun uzmanı olan insanların yerini işgal etmek yerine kendi bölümüme
konsantre olmayı tercih ettim.
Okul başladı.
Hazırlık bittiği gibi iş aramaya başladım. Pozitif Müzik’te düzenlediği konser ve
festivallerde çalışmak üzere, dönemlik çalışan olarak işe başladım. Okul hayatı
boyunca hepsinin çeşitli yerlerinde görevlerim oldu. Oradaki detaylara çok
girmiyorum. Sonra bu sektöre çeşitli yasaklar geldiği için sıkıntılar olmaya
başladı. Ben de bunun üzerine başka yollar aramaya başladım. Sergi kurulumu,
müzecilik, galericilik taraflarını da öğrenmek için projelerde yer almaya
başladım. Hatta okul bitince iki sene(!) işsiz kaldığım dönemde iki tane
alternatif mekan sergileri düzenledim. Merak edenler bakabilirler. http://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/674372-karisik-isler-arch-ist-hostelde
Sonra Demir
Demirkan’la sanatçı asistanı olarak çalışmaya başladım. Kendisi vizyon sahibi
bir insan olduğu için bana dijital müzik pazarlaması ve lisanslama konusunda
Berklee’den eğitim almama vesile oldu ve şimdi bu alanda devam ediyorum. Gururla
başlayan kariyer hayatımın özeti böyle.
Bildiğim
konularda yapmam gerekeni yaptım, bilmediğim konularda araştırdım öğrendim.
Hiçbir zaman kendimi ben ‘Sanat Yöneticisiyim’ diye tanıtmadım, öne de atmadım.
‘Hep ben kimim ki daha öğreniyorum işte.’ Şeklinde baktım konuya. Önüme gelen
her türlü ‘Öğrenme’ fırsatını değerlendirdim ve hala daha değerlendiriyorum. Bu
kadar detayı kesinlikle ‘Ben yaptım.’ ‘Ay bak ben çok okuyorum.’ ‘Ay ben
mükemmelim’ ‘Ay ben….’ ‘Ay ben….’ Demek için yazmadım. Hele ki ‘Ben ne
sıkıntılar çektim!’ demek için hiç yazmadım. Bu uzuuuuunnnnn yazıyı yazmamın
tek bir sebebi var. Sanat işi yapan, bu işi kendisine ‘Meslek’ seçmiş, MESLEĞİ
için emek veren çok değerli arkadaşlarım var. Üç beş kuruş parayla tiyatro
grupları kuran, garsonluk yapıp kendisine resim malzemesi alan, on metre
karelik alanda müzik yapmaya çalışan, sürekli okuyan kendini aşmaya çalışan,
sabaha kadar soğukta yurdun bahçesinde heykel yapmaya çalışan, müzik yapabilmek
için borsadan para kazanmaya çalışan çok değerli arkadaşlar bunlar… Bu yazıyı
yazdım çünkü,
- Boş
işlerle uğraşıyorsunuz
- Bütün
gün partiliyorsunuz (Valla her insanda olduğu gibi bir zaman sonra kafa parti
filan kaldırmıyor. Ayrıca mesleğimizi geliştirmek için bir kısmına da istemesek
de gitmek durumunda kalıyoruz. Bazen de sırf destek için katılıyoruz.)
- Sen
ne anlarsın sen hanım evladısın (Beş yaşında çalışmaya başlayan biri olarak
bazı anladıkalrım var elbet)
- Bütün
gün boş boş oturuyorsun, hayatın gerçekliğinden haberin yok (Bilgisayarı, iPad’i,
iPhon’u mesleki amaçlarla kullanıyorum, o yüzden boş gözükebilir ama her
saniyem dolu.)
- Ben
inanmadığım projeye yatırım yapmam (Bunu benim babam söyledi okulda bana
harçlık vermemek için ama bunun gibi çok anneler babalar var biliyorum.)
- Bu
zorlukları çekeceğimize sanat yok olsun (Bu konudaki görüşüm kapanış kısmında.
Sanatın yok olmasını düşünen sanatçılar varsa mesleği bırakabilirler sorun yok. İşini sevmeyip, kötü sanat yapacaklarsa böylesi daha hayırlı zira..)
- Bak
işsizsin başıma kaldın (Birinin başına kalırsak o zaman bakarız duruma tekrar.)
- Aman
hiçbir şey olamadın sanatçı oldun (Mutsuz olduğum işte çalışıyor gibi yapmak
istemedim.)
- BEN
SANA DEMİŞTİM (Bir sonraki sefere bence benim başarısızlığımı değil de senin
icatlarından konuşalım o halde.Belki bana da bir ilham gelir.)
- Aman
olmadı zengin koca bulursun (Evet ben de onu düşünüyorum ama henüz benim kadar zengin
bir ruha sahip bir adam bulamadım.)
Gibi her gün
aşağılayıcı, motivasyon kırıcı, depresyona sokucu milyonlarca cümleye maruz kalmaktan
artık YILDIK! Biz mutlu olduğumuz ve emek vermekten de MUTLU olduğumuz, dolu
dolu çalışmak istediğimiz işleri yapmak istediğimiz için bu işleri seçtik. Mutsuz
olduğumuz işleri yapmak istemedik. Bu sezon sanatçı olmak moda diye de seçmedik.
Aynı heyecanı paylaşmıyor olabiliriz ama paylaşmıyoruz diye bu cümleleri kurmak
neden ki?
Bu benim mesleğim
ve benim için kutsal bir şey, bütün zorluklarına ve öldürülüyor olmasına rağmen sürekli direndiğim bir şey. Ayrıca
tamam bu kadar boş işlerle uğraşıyorsak o zaman film - dizi çekilmesin, müzik
yapılmasın, kıyafetler tasarlanmasın, duvarlar boyanmasın.. bunların
eksikliğine alışalım sonra dolu işler yapmamız için baştan birlikte düşünelim.
Belki o zaman daha yapıcı ve önyargısız oluruz, olur mu? Kimseyi eleştirmek
değil derdim. S ürç-i lisan ettimse af ola!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder