13 Kasım 2016 Pazar

Never Land

Önceden spiritüel konular konuşmak istediğimde veya açmak istediğimde arkadaşlarım dalga geçer lafı ağzıma tıkarlardı. Şimdi ise sorular sormaya başladılar. İlk merak tabii ki bu işlere nasıl başladığım. Aslında ben de bir çok kişi gibi ‘Secret’ kitabıyla başladım. Sonra bir hafta içinde başıma saçma sapan şeyler gelince küfürü bastım, kitabı da yaktım. Evet ‘Yaktım!’ Sonra ablam bana ‘Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin’ kitabını getirdi. Önce ablama kızdım, sonra ‘Bu Secret gibi değil.’ Deyince istemeyerek de olsa denedim. İçimdeki ses biraz dürttü açıkçası. Aslında benim spiritüel deneyimlerim çocukken başlamıştı. Bir gün yatırın yanından geçerken dua etmiştim sonra dedecik gece rüyama girdi ve deprem olacak diye beni uyardı. Ben de çok korktum ve annemi uyandırdım. Sanki bütün akşam ruhu yanımda oturdu. Kısa bir süre sonra da ’99 depremi olunca iyice korktum ve hislerimi kapattım. Secret aslında bir kazaydı, Cem Yılmaz o zamanlar ‘Kitap nişastanın yanında uyansana.’ Demiş olsaydı o kitabı hayatta elime almazdım. Neyse ‘Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin’ e başlayınca başlarda çok zorlandım. Meditasyon yapamadım, başıma ağrılar girdi, Secret okuduğum zamanlardaki gibi bir anda final ödevi yaparken ana kart yanacak, bir anda hasta olacağım korkusu yaşamadım değil.. Hayırlısıyla bir şey olmadı ben de devam ettim. Meditasyonları yaparken de çok ah vah ettim. ‘Kafam çok çalışıyor, ben konsantre olamıyom yaaaaaaaa’ da dedim. Zamanla sakinleşmeye ve odaklanmaya başladım. Sonra klasik tesadüfler olmaya başladı. Hala hatırlıyorum, en ilginci, bir gün arkadaşımla telefonda Paris’e gitmekten bahsederken ayağıma bir şey takıldı. Ayağımı kaldırdım baktım, mavi renkli Eyfel Kulesi şeklinde bir küpe ayakkabımın altına saplanmıştı. Sonra bunun gibi tesadüfler arttı derken daha da inanmaya başladım. Sonralarına daha sonra değineceğim. Dört yıllık aralıktaki kısımlar zaten kitap konusu, film senaryosu..

Bu işlerin başlangıcı sanırım bir tesadüfle oluyor. Sonra ‘Benim kafam çok çalışıyor yaa, konsantre olamıyorum’ la devam ediyor. Sonra ‘Konuşacak kimseyi bulamıyorum, kimse beni anlamıyor’ la devam ediyor. Sonra bir anda meditasyon yaparken evrenin derinliklerinden duyduğunuz sesin peşine düşüyorsunuz ‘I’am looking for my moon light & sun shine’ kafanızda yankılanıyor. Bir sonrakinde o sesin sahibini başka bir meditasyonda görüyorsunuz. Sonra hiç ummadığınız bir anda, ummadığınız bir yerde karşınıza o kişi çıkıveriyor. Pont Neuf üzerinde yürürken, hologram gibi gördüğünüz kişinin fotoğrafını İnstagram’da görüyorsunuz. Sanırım sonraki aşaması da geleceği görmek, paralel evrenlerde gezinmek, geçmiş hayatlara göz gezdirmek oluyor. Sonrasına henüz eremedim. (Belki de ermişimdir ama söylemiyorumdur çünkü biraz anlatsam ‘Aman sen de herkesi/her şeyi gördün’ ‘Ne kullanıyon bana da söyle’ filan diyorlar. Ben de kendime saklıyorum. Neticede herkesin olgunluk derecesi, kapasitesi farklı. Ondan sormayana anlatmamak, beyinleri zorlamamak lazım. )

Benim gelişimim bu şekilde oldu ve devam ediyor. Bir görüşe ait hissetmiyorum, koskoca evrende sınırlanmaya da gerek duymuyorum. Bir şey merak edersem ‘Evren, melekler, tanrı veya diğer yaratıklar Helloooo!’ diyorum ve cevaplar illa ki geliyor. Bazen çekmece açılıyor, içinden kitap düşüyor, bazen meditasyonda görüyorum, bazen bir şarkı çalıyor.. Zaten bilgiler hep aynı bulma yöntemleri farklı ama aya, güneşe, çiçeğe, böceğe, ağaca saygımdan ve sevgimden dolayı en çok Şamanizm’e yakınım diyebilirim. Ağaca sarılıp, gökyüzüne başını kaldırdığında zaten bütün bilgiler orada. Parmaklarının ucunda, ayaklarının altında, gökyüzünün mavisinde :)