Önceden spiritüel konular konuşmak istediğimde veya açmak istediğimde
arkadaşlarım dalga geçer lafı ağzıma tıkarlardı. Şimdi ise sorular sormaya
başladılar. İlk merak tabii ki bu işlere nasıl başladığım. Aslında ben de bir
çok kişi gibi ‘Secret’ kitabıyla başladım. Sonra bir hafta içinde başıma saçma
sapan şeyler gelince küfürü bastım, kitabı da yaktım. Evet ‘Yaktım!’ Sonra
ablam bana ‘Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin’ kitabını getirdi. Önce ablama
kızdım, sonra ‘Bu Secret gibi değil.’ Deyince istemeyerek de olsa denedim.
İçimdeki ses biraz dürttü açıkçası. Aslında benim spiritüel deneyimlerim
çocukken başlamıştı. Bir gün yatırın yanından geçerken dua etmiştim sonra
dedecik gece rüyama girdi ve deprem olacak diye beni uyardı. Ben de çok korktum
ve annemi uyandırdım. Sanki bütün akşam ruhu yanımda oturdu. Kısa bir süre
sonra da ’99 depremi olunca iyice korktum ve hislerimi kapattım. Secret aslında
bir kazaydı, Cem Yılmaz o zamanlar ‘Kitap nişastanın yanında uyansana.’ Demiş olsaydı
o kitabı hayatta elime almazdım. Neyse ‘Bir Dilek Tut Hayatın Değişsin’ e
başlayınca başlarda çok zorlandım. Meditasyon yapamadım, başıma ağrılar girdi,
Secret okuduğum zamanlardaki gibi bir anda final ödevi yaparken ana kart
yanacak, bir anda hasta olacağım korkusu yaşamadım değil.. Hayırlısıyla bir şey
olmadı ben de devam ettim. Meditasyonları yaparken de çok ah vah ettim. ‘Kafam
çok çalışıyor, ben konsantre olamıyom yaaaaaaaa’ da dedim. Zamanla sakinleşmeye
ve odaklanmaya başladım. Sonra klasik tesadüfler olmaya başladı. Hala hatırlıyorum,
en ilginci, bir gün arkadaşımla telefonda Paris’e gitmekten bahsederken ayağıma
bir şey takıldı. Ayağımı kaldırdım baktım, mavi renkli Eyfel Kulesi şeklinde
bir küpe ayakkabımın altına saplanmıştı. Sonra bunun gibi tesadüfler arttı
derken daha da inanmaya başladım. Sonralarına daha sonra değineceğim. Dört
yıllık aralıktaki kısımlar zaten kitap konusu, film senaryosu..
Bu işlerin başlangıcı sanırım bir tesadüfle oluyor. Sonra ‘Benim kafam çok
çalışıyor yaa, konsantre olamıyorum’ la devam ediyor. Sonra ‘Konuşacak kimseyi
bulamıyorum, kimse beni anlamıyor’ la devam ediyor. Sonra bir anda meditasyon
yaparken evrenin derinliklerinden duyduğunuz sesin peşine düşüyorsunuz ‘I’am
looking for my moon light & sun shine’ kafanızda yankılanıyor. Bir
sonrakinde o sesin sahibini başka bir meditasyonda görüyorsunuz. Sonra hiç
ummadığınız bir anda, ummadığınız bir yerde karşınıza o kişi çıkıveriyor. Pont
Neuf üzerinde yürürken, hologram gibi gördüğünüz kişinin fotoğrafını İnstagram’da
görüyorsunuz. Sanırım sonraki aşaması da geleceği görmek, paralel evrenlerde
gezinmek, geçmiş hayatlara göz gezdirmek oluyor. Sonrasına henüz eremedim.
(Belki de ermişimdir ama söylemiyorumdur çünkü biraz anlatsam ‘Aman sen de
herkesi/her şeyi gördün’ ‘Ne kullanıyon bana da söyle’ filan diyorlar. Ben de
kendime saklıyorum. Neticede herkesin olgunluk derecesi, kapasitesi farklı.
Ondan sormayana anlatmamak, beyinleri zorlamamak lazım. )
Benim gelişimim bu şekilde oldu ve devam ediyor. Bir görüşe ait
hissetmiyorum, koskoca evrende sınırlanmaya da gerek duymuyorum. Bir şey merak
edersem ‘Evren, melekler, tanrı veya diğer yaratıklar Helloooo!’ diyorum ve
cevaplar illa ki geliyor. Bazen çekmece açılıyor, içinden kitap düşüyor, bazen
meditasyonda görüyorum, bazen bir şarkı çalıyor.. Zaten bilgiler hep aynı bulma
yöntemleri farklı ama aya, güneşe, çiçeğe, böceğe, ağaca saygımdan ve sevgimden
dolayı en çok Şamanizm’e yakınım diyebilirim. Ağaca sarılıp, gökyüzüne başını
kaldırdığında zaten bütün bilgiler orada. Parmaklarının ucunda, ayaklarının altında,
gökyüzünün mavisinde :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder